Milli iradeden genel yönetim için yetki alamayan muhalefetin; “Seçilmiş Cumhurbaşkanı” olgusunun ne anlama geldiğini, etkisini, yetkisini ve sorumluluk sınırlarını hâlen kavrayamadığını görmekteyiz.
Milletin seçimle doğrudan yetki vererek seçmiş olduğu Cumhurbaşkanının, siyasi bir tavrının, usul ve üslubunun veya partisinin olmaması düşünülebilir mi?
Tarafsızlık demek çoğu kez susmak, konuşurken de suya sabuna dokunmadan “Üst Perde Sözlerle” vaziyeti idare etmek demek değildir.
Eski Cumhurbaşkanlarının uyguladığı görev icrasını, davranış ve tutumlarını, “Cumhurbaşkanlığı Sistemine” göre doğrudan ve mutlak halk iradesine dayanan neticeyle seçilen Cumhurbaşkanı ile karıştırmamak gerekir.
Devlet ve millet olarak bizi içine çekmeye çalıştıkları küresel tuzaklardan ve ihanet girdaplarından kurtulup lider ülke olmamız için siyasi istikrara ve milli iradeden doğrudan yetki almış hızlı idareye olan ihtiyacımız elzemdir.
Revize edilmeye ve ihtiyaca göre değişikliğe açık olan “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” halkımızdan tekrar tekrar onay almış eskiye dönmenin önü sandık neticesiyle kapatılmıştır.
Hiçbir oligarşiye ve dış müdahaleye teslim olmayıp, milli iradeden aldığı yetki ile yönetim erkini belirleyen ülkemiz, dünden daha iyi standartlara sahip pekişmiş ve yüksek demokrasi seviyesiyle demokrasi havarisi birçok ülkeye demokrasi dersi vermekte, devlet millet el ele; ekonomik, bölücü, ahlaki, sosyal, siyasi terörle ve her türden vesayet odakları ile mücadelesine de taviz vermeden kesintisiz devam etmektedir.
Ülkemiz için mevcut şartlarda en öncelikli konu kamu düzeni ve sosyal barıştır.
İç ve dış düşmanların hedefi, yeterince çözüm üretilemeyen sorunlarımızı abartmak, kaşımak bu yolla kaos ve kargaşa çıkartıp birliğimizi bozarak bize milletçe diz çöktürmektir.Öte yandan ana muhalefetinde, ülkenin geleceğini, vatandaşlarımızın beklentilerini iyi okuyup, bölücü ve marjinal örgütlerin tasallutundan, yabancı başkentlerin kirli projelerinden kurtulması gerekir.
Türkiye’nin Yüzyılında; siyasi partilerin iktidar taleplerinin milletimizde karşılık bulması için elle tutulur projeleri, güçlü ve birikimli ekipleri ve önce vatanım, milletim, devletim, sonra partim ve ben diyecek liderlerinin olmasıyla mümkün olacağı açık seçik ortadadır.
Korkularımızın esiri olmadan, kıskançlık ve haset çukurlarında boğulmadan, birlik ve beraberlikle atılacak her adım, her alanda tam bağımsız büyük Türkiye için “Türkiye’nin Yüzyılında” kutlu bir yürüyüş olacaktır.
Bu vesile; medeniyet coğrafyalarımızda, Budist, Taoist, Haçlı ve Siyonist vahşilerin ittifakıyla katledilen kardeşlerimizle, 12 Eylül Darbesinin Cuntası tarafından 4 Haziran 1981 de Elazığ’da, 5 Haziran 1983 de İzmir’de, hukuksuz ve mesnetsiz suçlamalarla idam edilen ülküdaşlarımız Cevdet Karakaş, Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ı şehadetlerinin,
“Beden ölür, çürür, cana bakın siz.
Kim kiminle yürür, ona bakın siz.
Bırakın dönsün dönme dolaplar,
Haktan, hakikatten yana bakın siz.”
diyen ve lambadaki alevi üşüten büyük ozanımız Abdurrahim Karakoç ağabeyimi vefatının (7 Haziran 2012) yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyorum.